Hayatınızda arzularınıza yer açın

Blog
08/01/2022
Medya

Hayatınızda arzularınıza yer açın

Klinik psikolog ve psikodramatist Yeşim Türköz’ün ‘Büyü Dükkânı’ serisinin üçüncü kitabı yayımlandı. Kitabında ‘Hayattan gerçekten ne istiyoruz’ sorusuna odaklanan Türköz, “Sorumluluklar hayatımı yeterince kaplıyor, ben arzularıma da yer açıyorum. Bu bir hobi de olabilir, duygusal alanlar ya da yemek içmekle alakalı daha ilkel dürtüler de” diyor.

Bir psikodrama tekniği olarak ortaya çıkmış ‘Büyü Dükkânı’ konsepti. Klinik psikolog Yeşim Türköz de bu teknikle psikodrama eğitimi almaya başladığı dönemde tanışıyor. “Tekniğin felsefesi, zorlayıcılığı ve sonuçta ulaştırdığı noktadan çok etkilenmiştim” diyor. Ve yıllar sonra bir gün, bir ‘Büyü Dükkânı’ hikâyesi dökülüyor kaleminden...

Diyeceksiniz ki nasıl bir dükkân bu? Değiş tokuş usulü çalışan, yaşlı bir bilgenin satıcısı olduğu bir dükkân... Hayatta en çok istediğiniz şeyi almaya gidiyorsunuz, karşılığında da bir bedel ödemeniz gerekiyor. Ancak genellikle alıp çıktığınız şey en çok istediğiniz değil de gerçekten en çok ihtiyacınız olan şey oluyor. Dolandırılma ihtimaliniz yok yani!

90’ların sonundan bugüne iki farklı ‘Büyü Dükkânı’ kitabı yayımlayan Türköz, son olarak ‘Büyü Dükkânı Üçüncü Bahar’ı çıkardı. Serinin bu son kitabında yine hayatla farklı dertleri olan farklı karakterler, isteklerle bedellerin zorlu denkleminin çözüldüğü bu özel dükkâna alışverişe geliyor.

İlk müşteri bir psikoterapist. Satıcıdan istediği, kendi bilinçdışını görüp oradaki bilinmezlerden korunabileceği gözler...

Ardından ilişkilerinde bağlanma sorunu yaşayan bir adam, tüm kadınsı özelliklerinden kurtulmak isteyen bir genç kız, öleceği zamanı öğrenmiş olan bir kanser hastası hikâyeleri karşımıza çıkıyor...

 

Hayatınızda arzularınıza yer açın

‘Büyü Dükkânı’ serisinin üçüncü kitabı Epsilon Yayınları’ndan çıktı.

Kitabı okurken şunu merak ettim. Kaçımız kendini tanıyor ve bu hayattan ne istediğini biliyor? Mesela siz biliyor musunuz?

Hayır. Benim de kendi dehlizlerim varmış, bu kitabın ilk hikâyesi de buna dayanıyor.

Siz misiniz o psikoterapist?

Bir miktar benim, bir miktar değilim. Kitaptaki her ‘müşterinin’ içinde varım aslında. Dolayısıyla ben de kendimi, ne istediğimi, iç dünyamı köşe bucak bildiğimi iddia edemem. Bunu iddia edersem insanın iç dünyasının sınırsızlığına saygısızlık etmiş olurum. Biraz da korkuyorum içerideki o bilinmezlikten. Çünkü iç dünyanın sınırlarını bilemezsiniz. İnsan buna karşı daima temkinli olmak zorunda.

İNSAN HADDİNİ BİLMELİ

Ama yine de o iç dünyayla ilgilenmek, kendini tanımaya çalışmak kıymetli sanırım...

Tabii ki, çabalar sonuçsuz kalmaz. İnsanın iç dünyasına ayna tutarak bakması çok kıymetli bir şeydir. Bununla ilgilenmemek, kendini tanımak için merakının, özeninin, gayretinin olmaması hayatın değerini azaltan bir şey. O zaman insan olmanın ne faydası var?

Oysa pek çok kişi kendisini çok iyi tanıdığını düşünür...

Bu konuda insan haddini bilmeli diye düşünüyorum. Kibirli olmamak gerek, “Ben kendimi tanırım, asla o yola girmem, şu hatayı yapmam” dememek gerek. Herkesin içinde bir ‘şeytan’ olabilir. Şeytan burada temsili tabii. Yani içimizdeki öfke, şiddet eğilimi, en basitinden harislik gibi duygulardan bahsediyorum. Temkinli olmazsak bu yönlerimize yabancı kalırız. Bu nedenle ‘Hep olumluyu düşünelim, hep kendimizi sevelim’ tarzı yaklaşımın da tehlikeli olduğunu düşünüyorum. İçimizde potansiyel olarak bekleyen zarar verici birtakım dürtüleri keşfedip ehlileştirelim.

Kitapta, sorumluluklar ve arzular arasındaki dengeden bahsediyorsunuz. Bu nasıl kurulur?

Zordur. Biz arzularımızla dünyaya geliriz, sorumluluklar sonradan önümüze gelir. Bir bebek dünyaya almaya gelmiştir. Ama bir süre sonra vermesi de istenmeye başlar.. O dengeyi kurmayı öğrenmek hiç de kolay değil. Yetişkin hayatının dramlarından biri de budur.

Siz neler yapıyorsunuz dengenizi korumak için?

Ben arzularımla da barışmaya çalışıyorum. Yani sorumluluklar yeterince kaplıyor hayatımı, arzularıma da yer açıyorum. Bu bir hobi olabilir, duygusal alanlar olabilir, Yemek içmekle alakalı daha ilkel dürtüler olabilir. Yazarım, bağlama çalarım, türkü söylerim. Bisiklet sürmeyi severim, kendi başıma turlar yaparım. Çünkü bir yandan da ihtiyaçlarınızı doyurmazsanız, o ihtiyaç önplanda durmaya devam eder hep. Ve denge bozulur.

Kitapta da gördüğümüz kadarıyla insanın yaşadığı en büyük acılardan biri de sanırım tamamlanma arzusu... Hiçbir zaman tamamlanmayacak mıyız sizce?

Neden tamamlanalım ki? Tamamlanacağız da ne olacak? Tamamlanmak demek kendimizi tanrılaştırmaya çalışmak, ölümsüzleştirmeye, kutsallaştırmaya çalışmak demek. Kimse öyle bir mertebeye erişmiyor. Tamamlanmış hissedebilirsiniz ama o aslında eksikliğe razı olmaktır.

Tamamlanma çabası gelişimi sağlamıyor mu?

Tabii ki gelişim motivasyonu verir. “Şu bilgiyi de tamamlayayım, şu beceriyi de alayım, şuraya da gideyim...” Bunların hepsi bizi geliştirmeye yarayan güdülenme kaynakları. Ama temelinde bir kusursuzluk ve tamamlanmışlık arayışının olmasına ihtiyaç yok. Hayatta önemli olan kendiniz ve dünya için yapabileceğinizin en iyisini yapmaktır.

Hayatınızda arzularınıza yer açın
Yeşim Türköz ‘Hep kendimizi sevelim, olumlu düşünelim’ tarzı yaklaşımları da tehlikeli bulduğunu söylüyor.

BAĞLANAMAMAK İNSANIN KENDİSİNE DE BÜYÜK CEZA

Kitapta bağlanamayan bir erkek profili var. Günümüzde pek çok kadın, bağlanamayan erkeklerden dertli...

Evet, erkeklerde daha çok bağlanamama sorunları yaşanıyor. Bunun tek bir nedeni yok. Biraz toplumsal olarak kabul görmüş bir konum, biraz ödüllendirilmiş bir durum. Hani vardır ya, kaçan kovalanır gibi bir laf, biraz klişelerle de beslenmiş bir durum yani. Tabii bağlanmak, olgunlaşmakla da çok alakalı. Zamanında yeterince olgunlaşabilen bir insan bağlanmayla ilişkisini sürdürmeyi seçer ve onun bedellerini ödemeye hazır olur. Biraz erkeklerin yetiştirilmesiyle alakalı sorunlar da olduğunu düşünüyorum. Çok kolay bırakılmayan, hemen büyütülmeyen erkekler oluyor... Bu nedenle olgunlaşma uzun sürüyor. Çünkü bizde annelik ömür boyudur. Bu kültürde çocuklarınızı hiçbir zaman mezun edemezsiniz, bunun da ne yazık ki hoş sonuçları yok.

Erkekler açısından konforlu değil mi bu durum?

Bir ilişki kurmak, yoksunluğa da tahammül etmektir. Yani bir kişiyi seçmek, onunla daha yoğun bir şeyler yaşamak, başka birtakım şeylerden vazgeçebilmeyi gerektirir. Olgunlaşmaya gönülsüz olmak, arzularla sorumluluklar dengesinde sorun yaratıyor. Bu, insanın kendisine de acı veren bir şey. Bağlanamayınca, ilişki kuramayınca hayat anlamsızlaşmaya başlıyor. İnsanın yaşadığı ilişkilere değer vermemesi, kendisine büyük bir cezadır. Çünkü değer verdikçe kendinizi değerli hissedersiniz.

Ne önerirsiniz böyle erkeklere?

Bu tarz erkekler “Bağlanamıyorum, ne yapayım” diyerek yapay kaçış yollarına sığınabiliyor. Erkek aslında mutlu mu değil mi, onu sorgulasın bence. Daha derin ilişki kurmak istiyor mu, o bağın ödüllerini yaşamak istiyor mu? Eğer bunlara yanıtı ‘evet’se o zaman kolları sıvayıp insanların nasıl ilişkiler yaşayabildiğini keşfetsin. Herkes son nefesinde bu hayata yalnız veda eder. Ama işte o noktada gönlünde taşıyabildiğin bir bağ oldu mu, ona bakmak lazım.

Peki böyle bir adama âşık olan bir kadına ne önerirsiniz?

Rolünün fedakârlık olmadığının farkında olmasını. İlişkinin, herkes aynı derecede birbirine bağlı olacak ve herkes aynı şeyleri hissedecek diye bir matematiği yoktur. Ama kadın ilişkide kendini denk hissediyorsa ve rolünün fedakârlık olmadığının farkındaysa, kendini güvende hissedebiliyorsa, güzel olan budur. Bir insanı olgunlaştırmak mümkün olan bir şey değildir. Kadınlar böyle yanılgılara kapılabilir ve bu şekilde fazla yıpranırlar.